28 Kasım 2013 Perşembe

Ben can nedir şimdi bildim

Fazıl Say’ın aldığım ilk albümü “Mozart: Piano Sonatas” idi. Sene 1997 yine aynı heyecanla almış ve zevkle dinlemiştim o albümü. Daha sonra Fazıl Say’ı youtube’da takip etmeye devam ettim ta ki seneler sonra para verip, dokunarak, hissederek aldığım son albümü “İlk Şarkılar”a kadar. İnternette albüm hakkında yazılan yazı ve mesajların bir kısmında geçtiği gibi, benimde uzun süre sonra para verip aldığım bir albüm bu. Sonuna kadar, son kuruşuna kadar hak ediyor verilen parayı.

Eskiden beri süre gelen sabah kahve içme alışkanlığımın yanına birde kahvenin yanında bu albümü dinleme alışkanlığı eklendi. Her gün işi gücü bir kenara bırakıp hatta telefonları dahi kapatıp güzel bir kahve eşliğinde 45 dakika boyunca bu albümü dinlemek, o güzel melodileri ve Serenad Bağcan’ın o güzel yorumunuyla adeta manevi bir seyahate çıkmak son zamanlarda edindiğim en güzel alışkanlık oldu. Albümü dinlemeye başladığımda olan ben albüm bittiğinde bambaşka bir ben oluyor adeta. 45 dakika boyunca keyifli bir seyahate çıkıyorsunuz. Bazen geçmişe bazen geleceğe bazen de bazılarının geçmişine geleceğine… neyse.

Bu albüm hakkında söylenecek hem çok şey var hem hiçbir şey yok aslında. Albümü tek kelime ile ifade etmem gerekirse mükemmelden başka bir şey diyemem. Albüm hakkında şikâyetçi olabileceğim iki nokta var birincisi kısa oluşu. İnsan daha fazlasını istiyor her güzel şeyin daha fazlasını istediği gibi. Umarım devamı gelir, gelmeli. İkinci nokta ise; Fazıl Say bu gecikmenin nedenini albümün önsözünde açıklamış olsa da neden bu güzellikten 20 sene boyunca mahrum kaldığımız. O da olsun, ne demişler geç olsunda güç olmasın.

Ne olursa olsun sonuç mükemmel. Herkesin mutlaka edinmesi, dinlemesi gereken bir albüm. Umarım çok satar, umarım çok kişiye ulaşır, umarım satış patlamaları yaşanır ve umarım insanlar kaliteli müziğin kıymetini bilir.

Albümdeki şarkılara gelince hiç birini ayırt edemem ancak ilk iki şarkı “Düşerim” ve “Akılla Bir Konuşmam Oldu” gönlümde ayrı bir yer edindi. Hem müziğiyle hem sözleriyle gerçekten harika şarkılar. Hani kötünün kötüsü derler ya işte bunlarda mükemmelin mükemmelleri bence.

Ülkemizde maalesef büyük sanatçıların kıymetleri yaşarken bilinmez. İşte Fazıl Say’da bu kaderi (?) paylaşan o büyük sanatçılardan biri. Hem müzikal olarak çok beğeniyorum Fazıl Say’ı hem de kişisel olarak duruşu hoşuma gidiyor, fikirlerimiz örtüşüyor. Israrla ve inatla yılmadan mücadele ediyor bu ülkedeki “bağzı” gereksiz insanlar ve olaylarla. Doğrusunu söylemek gerekirse ben olsam çoktan pılı pırtıyı toplar sanatçı kıymeti bilen medeni bir ülkeye gitmek üzere yola koyulurdum. Gitmediği bizi yalnız bırakmadığı için kendisine ayrıca teşekkür ederim.

Ve sonuç;

Başta Metin Altıok, Ömer Hayyam, Cemal Süreya, Can Yücel, Pir Sultan Abdal, Orhan Veli, Nâzım Hikmet Ran, Muhyiddin Abdal’a bu albümün mimarı Fazıl Say’a, harika yorumuyla bizi âlemlerden âlemlere götüren Serenad Bağcan’a, Çağ Erçağ’a, Bülent Evcil’e, Pelin Halkacı Akın’a, Aykut Köselerli’ye, Hakan Güngör’e, Cem Adrian’a, Güvenç Dağüstün’e, Burcu Uyar’a, Selva Erdener’a ve albümü hazırlayan Ada Müzik’e çok ama çok teşekkürler. Eline, kolunuza, yüreğinize, sesinize, emeğinize sağlık. Sağ olun var olun iyi ki varsınız, iyi ki var oldunuz, ben can nedir ben canlar nedir şimdi bildim.


Sevgiyle,
Soydan TR
soydan@gmail.com




Ben olmayınca bu güller, bu selviler yok,
Kızıl kızıl dudaklar ,mis kokulu şaraplar yok
Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok,
Ben düşündükce var dünya, ben yok, o da yok.

  


Linkler
Albümün tanıtım videosu http://www.youtube.com/watch?v=JizmVxjv3mI
Fazıl Say’ın tüm albümleri http://fazilsay.com/tr/music/discography/

27 Kasım 2013 Çarşamba

Ne kadar ekmek o kadar köfte, haydi sana güle güle!

" Normalde insanlar sadece şartları yerine getirildiği zaman sever. Böyle böyle olmalısın, ancak o zaman seni severim derler. Bir anne çocuğuna, “eğer yaramazlık yapmazsan seni severim” der. Bir eş kocasına, “ancak böyle davranırsan seni sevebilirim” der. Herkes şartlar yaratır; sevgi kaybolur. 

Sevgi, sonsuz bir gökyüzüdür. Onu dar alanlara, şartlı, kısıtlı noktalara zorlayamazsın. Eğer evini havalandırdıktan sonra her tarafını kapatırsan, bütün kapıları, pencereleri kapatırsan, o taze hava bir süre sonra bayatlar. Sevgi yaşandığı zaman, o özgürlüğün bir parçasıdır. Ama o taze havayı evine getirdikten sonra, her şey bayatlayıp kirleniyor.
İnsanlığın en derin sorunlarından biri budur. Bu çok derin bir sorun. Âşık olduğun zaman, her şey güzel görünüyor; çünkü o anlarda, hiçbir şart öne sürmüyorsun. İki insan, şartsız olarak birlikte hareket ediyor. Ancak birlikte yaşamaya başladıktan sonra, birbirlerini kanıksadıktan sonra, karşılıklı şartlar empoze edilmeye başlanıyor. “Böyle olmalısın, şöyle davranmalısın; ancak o zaman severim.” Sanki sevgi bir pazarlık konusu.
Osho "

Yukarıdaki yazıyı Facebook'da "Felsefe Kulübü" isimli sayfada okuduğumda ne kadar doğru bir tespit olduğunun farkına vardım. Ve bir kaç ilave yapmak geldi içimden.


Şartlar, pazarlıklar, karşılıklı menfaatler... Ne yaparsam seversin beni? Seni nasıl mutlu edersem arkadaşım, dostum, sevgilim olursun? “En son kaça olur?” diyesi geliyor insanın. Dümdüz, dosdoğru, şartsız şurtsuz, pazarlıksız seven var mı acep? Bence yok ve öyle bir devirde yaşıyoruz ki bundan sonrada olacak gibi görünmüyor. Eskiden sevgiler maneviyken şimdi maddi. Buradaki maddi ifadesi sadece para anlamında değil tabiki. Çıkarın varsa seversin yoksa anca gidersin. Dönüp arkandan kimse bakmaz bile. Eskiden iki gönül bir olunca samanlık seyran olurmuş şimdi menfaatler çakışınca iki gönül (?) bir oluyor. Çakışma çatışmaya dönünce ilişkide çatırdamalar başlıyor ister istemez. Menfaatler tükenince arkadaşlıklar, dostluklar tükeniyor. En iyi arkadaşlar iki yabancı oluyor adeta.

Sıcak bir sohbet ve belki yanında bir fincanda sıcak kahve. Bende olanlar bunlar. İsteyen gelsin peşimden.


Facebook'da bu yazıyı yazdığımda sevgili arkadaşım Serpil bu linkdeki yazıyı göndermiş bana ve eklemiş;
"Bu yazıyı yıllar önce ilk okuduğum da çok etkilenmiştim...Seninle paylaşmak istedim can dost...."Eğer, çünkü, rağmen...." Herşeye rağmenli, sevgiler nasip olsun hepimize, dilerim..."

Sevgili arkadaşımın bu güzel dileğine katılıyor ve bende aynısını sizler için diliyorum.

Sevgiyle,
Soydan TR

Hava soğuk ara sıcak

Mevsimi mi geldi nedir bu ara yazasım var bol bol. Ama ne kadar bol olur bilmiyorum. Kısa ve öz olur büyük ihtimalle. Sürümden kazanırım hem. Birikti yine içimde on yüz bin milyon düşünce. Ne geniş bir düşünce haznesi varmış bendede baya düşünce sığıyor içine. Hiç bir yere boşaltamayınca geriye buraya yazmak kalıyor haliyle. Sıkılmaz okursanız mutlu olurum okumazsanız canınız sağolur. Uzun zamandır ihmal ettim yazmayı diyerek sözlerime başlıyorum sevgili blog umarım bu başlangıç yeni bir son olmaz. Haydi bakalım yeni yazılarda görüşmek üzere diyerek blog dünyasına yine bir giriş, yeni bir giriş yapıyorum.

Unutmadan sağlıklı beslenme konusundaki tecrübelerimi yazdığım bloga yani buraya yani http://slowfoodlonglive.blogspot.com adresine de bir göz atmanızı tavsiye ediyorum. Ama baştan söyleyim o blog tek yazıyla o şekilde kalacak gibi görünüyor. İlerde ne olur bilmem. Bu konuda sorularınız olursa zevkle ve elimden geldiğince yanıtlamaya çalışırım.

Sevgiyle,
Soydan TR

2 Ocak 2012 Pazartesi

İlhamım geldi umudumla birlikte tutmayın beni!


YASAL UYARI: Biraz sonra okuyacaklarınız sizi hayata bağlayabilir. Lütfen telaşa kapılmayınız. Doz aşımına dikkat ediniz. Beklenmeyen bir etki gördüğünüzde en yakın arabesk cdsine veya acıların çocuğu şeklinde ortalarda gezen ve sizi hayattan soğutan bir arkadaşınıza sarılabilirsiniz.


***

Hoşgelmişsen 2012, hoşgelmişsen umudum!
Umarım elin kolun boş gelmemişsindir.

Bundan önce yazdığım yazıda da belirttiğim gibi çoğu zaman anlatmak istediklerimi konuşarak anlatamadım. Baktım olmuyor susmak gibide bir alternatifim olmadığına göre hiç olmazsa yazayım dedim. Yazayım yazmasınada yazarak anlatmak daha zor. Jest yok, mimik yok, duygularınız anlatabildiğiniz kadar. Olsun kendim için yazıyorum nasıl olsa, kimse için değil. Kazara anlayan ve bu yazdıklarımdan faydalanan olursa ne mutlu bana.

Ne demiş Gore Vidal;
"Anlatamıyorsan yaz, Yazamıyorsan anlat. Her ikisini de beceremiyorsan sadece sus."

"Bunları neden yazıyorsun ki?" diyenlere verecek cevabım da var tabiki;

- Neden yazıyorum? Çünkü canım öyle istiyor!

Evet bu kadar basit. Karmaşa yok gayet açık ve net!

2011 kötü bir yıl oldu tek iyiliği kendimi bulmam oldu. Hiç fena bir kazanç değil bence.

2011 yılına kadar yaşadıklarımdan sonra fark ettim ki hep başkaları için yaşamış hep başkalarının isteklerini yerine getirmeye çalışmışım. Örneğin ilk aklıma gelenler;
Annem hevesimi kırmasaydı eğer, belkide bugün iyi bir çizer olacaktım. Veya babam beni destekleseydi şu anda medya dünyasında olabilir, hiç olmazsa sevdiğim işi yapabilirdim. Bunlar biraz gerçekler biraz bahane aslında.

Aslına bakarsanız bu konuda kızgınlıklarım olsa da sonuç olarak işin temelinde her şey bende bitiyordu biliyorum. Belki şartları çok zorlamam gerekecekti ama zorlasam olmayacak şeyler değildi hiç biri, olacaktı elbet. Psikoloğumun dediği gibi sorunlar ta çocukluktan başlıyordu belkide. Neyse burada çocukluğuma inip psikolojik sorunlarımdan bahsedecek değilim. Kim bilir biraz daha cesaret topladığım bir gün bahsederim belki.


Sonuç olarak artık kendim için yaşamaya başladım. İlk yaptığım şey ne oldu peki?

Boşandım!

Sevgili büyüklerim açıkca söylemeseler de bu konuda şu üç kelimeyi içlerinden geçirdiklerinden adım gibi eminim:

- İyi bok yedin!

Yedim evet çok zor oldu ama yedim ben bu boku. Yedim, maddi olarak herşeyimi kaybettim ve manevi olarak çok zor günler geçirdim fakat tüm olanlara rağmen artık hayata karşı daha iyimserim ve dahada önemlisi umudum var artık. İyiki yemişim. Afiyet olsun bana. Bir kez daha başıma gelse üstüne birde çikolata sosu döker öyle yerim. İnsanların tüm engelleme çabalarına rağmen, aldığım bu karardan ziyadesiyle memnunum.
(Hmmm demekki bir yazıda boşanma konusunda yazmak gerekecek. Bu da kendime not olsun.)

Şöyle bir dönüp baktığımda yaptıklarım tamam doğru veya yanlış kabul ancak ya yapmadıklarım, yapamadıklarım. İşte bu konuda çok kızıyorum kendime. En azından bundan sonra, gelecekte tekrar yaşadıklarımın muhasebesini yaptığım zaman, herhangi bir şey için  bunu neden yapmadım demek istemiyorum. Denedim ama olmadı veya ne güzel oldu iyiki yapmışım, iyiki buna cesaret etmişim, iyiki umudumu kaybetmemişim diyebilecek olmayı tercih ediyorum. Keşkelere boğulmak yerine, umudumla olan yolculukta yaptığım hataları telafi etmek, onlardan ders çıkartmak benim için daha önemli.

Umut ne önemli bir şeydir insan hayatında. Belkide insanın kendisini sevmesi, hayattan zevk alması için atılan en büyük adım. Yaşama bağlanmaya sebep. Hayat damarlarından en önemlisi.

Nietzsche nefret eder umuttan. "umut en büyük kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır" der.

Ama ben severim umudu, umut etmeyi.

Uyanık insanın rüyasıdır umut tıpkı Tolstoy'un dediği gibi.

Yumurta tavuk hikayesi gibi "umut, benim beslediğim beni besliyor sandığım." der Özdemir Asaf.

Hangisi hangisini doğurur bilinmez. Umudu olan insan önce kendisi yaşamaktan zevk alır daha sonrada etrafına umut verir, yaşama sevinci verir. Tabii ki kolay değildir bu çok zordur hayalleri olmayan, yaşama sevinci olmayan bir insana umudu anlatabilmek. Dünyanın en zor şeyidir belkide ama uğraşmaya değer. Birde o insan sizin için değerli biriyse canınızı dişinize takarsınız adeta daha çok uğraşırsınız ama zordur işte.

Sabahattin Eyüboğlu şöyle söylemiş ve ne kadar doğru söylemiş;
"Ölülere can vermekten daha zor ne var?diye sormuşlar Balıkçıya, ‘Canlılara can vermek demiş.`"

Bazen umudu kırılıverir insanın. Bir bakarsınız boşluktasınız. Sanki dünyanın sonu gelmiştir. Tam anlamıyla şaplağı yer ve başlarsınız Makberi dinlemeye, söylemeye "her yer karanlık pür nur o mevki, mağrip mi yoksa makber mi ya rab...". Böyle durumlarda bile kaybetmemek lazım umudu. Bililiriz ki kış gelmeden bahar gelmez. İşte bu durumda dönüp geçmişe bakmalıyız ve vay be! demeliyiz ne sıkıntılar geldi geçti bu da geçecek elbet.

Tamda burada Can Babayı anmadan olmaz.
"Anne, ne zaman bahar gelecek?
kış gelsin de öyle yavrum."

Zamana bırak veya zaman her şeyin çaresi der etrafınızdaki pek yardım sever dostlar bu gibi durumlarda. Bence bu sözler bu basit haliyle dünyanın en yalan sözleridir ve emin olun sizi avutmak için söylemiştir. Bunları olur olmaz yerde söyleyenler umut taciridir adeta. Zaman tek başına hiçbir şeye çare olamaz. Önce hayal etmek gerekir sonra umut etmek, sonra gerekli adımları atmak, çabalamak ve artık en son umutla beklemek. İşte zaman burda devreye girer.

Vazgeçmemek gerekir ne olursa olsun hiç vazgeçmemek. Cem Akaş'ın Balığın Esir Düştüğü Yer kitabında yazdığı gibi "insan tutunan hayvandır, tutunduğu dalın agaçla bir baglantısı kalmamış olsa bile.." 
Ne olursa olsun hayallerimizin avcumuzdan kayıp gitmesine izin vermemeliyiz. Sıkıca tutunmalıyız onlara.

Sergio F. Bambaren'in Yunus - Bir hayalperestin öyküsü isimli kitabı nasılda umut verir insana

"Hayallerinin peşinden git. Yüreğinin sesini dinle.
Başkaları ne söylerse söylesin,
yalnız bir kere yaşayacağını ve hayallerinin,
ister büyük ister küçük olsunlar,
seni eşsiz ve harika yazgıya götüren en büyük hazine olduğunu hiç bir zaman unutma.
Korkularının, hayallerinin önünde durmasına izin verme!"

Son olarak büyük ustayı da selamlayalım;

"Umuda bin kurşun sıksa da ölüm,
unutma, umuda kurşun işlemez gülüm!"

Kendinizi yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz hissetseniz bile son ana kadar hep umudunuz olsun.

Bu şarkı da size armağan olsun. İçinde umut olan güzel bir Livaneli şarkısı.  
Bana Bir Şarkı Söyle


Umut tacirlerinin eline değil umutlara düşesiniz!

Sevgiyle,
Soydan TR
2012'de hemen sonra.

27 Aralık 2011 Salı

2012'den önce son çıkış!

Sevgili Arkadaşlar,

Aşağıda okuyacaklarınız benim yıl sonu raporumdur hatta doğumumdan bugüne kadar yaşadıklarımdan öğrendiklerim diyebiliriz. 
Belkide sonunda anladığım ve itiraf etmeyi başarabildiğim şeyler.
Veya ömrümün dönüm noktası olacağına inandığım 2012 yılı için bir başlangıç manifestosu da diyebiliriz. 
Ya da yeni yıl kutlaması.
Ya da kendime verdiğim sözler.

Her neyse;

Aşağıdaki cümlelerde hayatıma giren çıkan ve hala hayatımda olan herkes için bir şeyler var ancak aslında tamamı benim için ve benim tarafımdan yazılmıştır.

Bugünden itibaren kendimle barışıyor, kendimi affediyor ve hayattan daha fazla zevk almak için gayret etmeye başlıyorum.

Geçmişte yaptığım hataları ve geçmişimi seviyorum. Çünkü onlar benim isteyerek yaptığım şeyler ve o hatalar benim olgunlaşmamı sağladı.

Geçmişimi asla unutmuyorum. Adı üstünde geçmiş olduğu için bu hatalardan ders çıkarıyor ancak bu yaptıklarıma üzülecek kadar çok zamanımın olmadığını biliyorum.

Herkesin ikinci bir şansı hakettiği düşüncesiyle tüm kırgınlıkları unutuyor ve isteyene ikinci bir şans daha veriyorum ancak üçüncü şansı asla vermeyeceğime dair kendi kendime söz veriyorum.

Hayatıma giren yanlış insanları seviyorum. Çünkü onlar doğru insana giden yolda bana eşlik ettiler.

Hayatıma doğru zamanda giren yanlış insanları da, yanlış zamanda giren doğru insanları da seviyorum.

Bazı insanlar belki bana getirdiklerinden çok götürdüler ancak onlara asla kızmıyorum. Getirdikleri güzellikler için teşekkür ediyor, götürdükleri için ise benden onlara belkide güzel anılar kalacağı için mutlu oluyorum.

Bazen zorlansam da bu hayatı yaşamayı seviyorum. Çünkü bu şans bana bir kere verildi ve bunu en iyi şekilde değerlendirmem gerektiğini biliyorum.

Zamanın hızla geçtiğinin farkındayım. Yaşanması gerekenin de söylenmesi gerekenin de ertelenmeden yaşanması ve söylenmesi gerektiğini biliyor ve öylede yapıyorum.

Yaşadığım onca kötü tecrübeden dolayı sevgiye ve dostluğa olan inancım zaman zaman sarsılsa da bu inancımı asla kaybetmiyorum. Çünkü insanları seviyorum.

Bana zor zamanlarımda sırtını dönen dostlarımı seviyorum. Çünkü onlar, kimsenin hayatında zorla olamayacağımı anlamamı sağladılar. Çünkü onlar bana belki gerçek dostluğun ne demek olduğunu anlatamadılar ama dostluğun ne demek olmadığını çok iyi anlattılar.

Bugüne kadar az ya da çok, sevdiğim herkes için gücümün yettiğince, elimden geldiğince, karşılık beklemeden bir şeyler yapmaya çalıştım. Bundan sonra da yardıma ihtiyacı olan insanlara tüm samimiyetimle ve sevgiyle yardım elimi uzatıyor ancak onların enerjimi tüketmelerine asla izin vermeyeceğime söz veriyorum. 

Bir insana yardım etmek için ilk adımını yine kendisinin atması gerektiğini çok iyi biliyorum.

Bundan sonra sevgimi ve emeğimi bunları gerçekten isteyen ve hak eden insanlara harcayacağıma ve kimsenin hayatında zorla yer almaya çalışmayacağıma söz veriyorum.

Bundan sonra hayatımın merkezinde başkaları değil ben varım. Çünkü bu hayat benim, çünkü ben değerliyim.

Hayatı sevmenin, insanları, canlıları sevmenin, mutlu ve huzurlu olmanın ilk adımını atıyor ve kendini sevmek ile bencillik arasındaki ayrımın bilincinde olarak kendimi çok ama çok seviyorum.

Ve gerçek dostlar;

Sizden bahsetmeden olmazdı tabii ki. Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz. Bir elin parmaklarından bile azsınız. Ancak o kocaman sevgi dolu yüreğinize kocaman beni sığdırdığınız, kimileriniz uzaklarda olsa bile ne olursa olsun yanımda olduğunuz ve zor anımda bana ağlanacak bir omuz verip bıkmadan usanmadan beni dinlemenizin yanı sıra gerçekleri görmemi sağladığınız için size ne kadar teşekkür etsem azdır.

Sizlere gerçekten minnettarım.

Dostun gerçeği ve sahtesi olur, eskisi yenisi olmaz bunu çok iyi anladım ancak uzun seneler boyunca beni tanıyan dostlarım sizler bana gerçek dostlar arasında olan sevgi ve bağlılığın yıllar geçse de azalmayacağını çok iyi anlattınız.

Ve hayatıma yeni giren dostlarım siz bana dostluğun birlikte geçirilen senelere değil birbirini anlayıp, sevip, menfaat ve ön yargılardan uzak konuşup dertleşebildikten sonra insanın hayatına çok kısa zaman önce girmiş dahi olsa bir insanla dost olunabileceğini öğrettiniz.

Ve hepiniz, kaybetmek üzere olduğum güven duygusunu ve insanların samimiyetine olan inancımı bana yeniden kazandırdığınız için sizlere tekrar teşekkür ederim.

İletişim çağı denen bu çağda son zamanlarda oldukça fazla iletişim problemi yaşadım. Belki ben anlatamadım belki karşımdaki anlamak istemedi.

Ancak muhatabım olan ve sevdiğim bir kişilere çoğu zaman bana zarar verseler dahi asla kötü niyetle yaklaşmadım. 

Yanlış anlamalarla ilgili güzel bir yazıyı aşağıda paylaşıyorum. Kim yazmış bilmiyorum ama güzel bir yazı.

'Düşündüğün 
Söylemek istediğin 
Söylediğini sandığın 
Söylediğin 
Karşındakinin duymak istediği 
Duyduğu 
Anlamak istediği 
Anladığını sandığı 
Anladığı.. 

arasında farklar vardır. 

Dolayısıyla insanların birbirini yanlış anlaması için en az 9 ihtimal var.'

 Ve son;

İyisiyle kötüsüyle, benim için daha çok kötüsüyle 2011'in son günlerini yaşıyoruz. Ne demişler her son yeni bir başlangıç. Umarım benim kendi yaşamım için inandığım ve dilediğim 2012 yılının dönüm noktası olması meselesi hepiniz için gerçekleşir ve hayatımda yer almak isteyen, benimle bir şeyler paylaşmaktan hoşlanan, benimle birlikte mutlu olan herkesle birlikte nice güzel yıllar geçiririz.

Yeni yılda hepinize sağlık, mutluluk ve başarılar diliyor ve tüm dileklerinizin gerçekleşmesi için 2012'nin size şans getirmesini tüm kalbimle istiyorum.



Sevgiyle,
Soydan TR
2012 den hemen önce.